Monet, 1880’lerin sonlarından itibaren aynı sahneyi farklı hava şartları ve günün değişik saatlerinde resmetmeye başlamıştı. Hava koşullarıyla ilgili çalışmaları yıllar içinde gitgide daha metodik olmuştu. 1890-1891 yıllarında Saman Yığınları, Kavak Ağaçları ve 1892-1894 arasında Rouen Katedrali konulu dizi resimler yapmıştı. Monet dizi resimleriyle olağanüstü başarı kazanmış ve en sonunda, ünlü nilüferlerle bu ilkesel çalışmalarını en üst düzeye taşımıştı.
Monet, 1883’te Paris’in batısındaki Giverny’de ailesiyle bir ev kiraladı. 1880'lerin ortalarından başlayarak resimlerini düzenli biçimde satabildiği için parasal güvenceye kavuşmuş, 1890’da yaşadığı evi satın alabilecek duruma gelmişti. Giverny’deki araziyi satın alan Monet, bahçeyi yeniden düzenlemeye başlamıştı. Kendi tasarım ve düzenlemeleriyle türlerine ve renklerine göre birbirine koşut sınırlar oluşturarak her bitkiye özel bir yer ayırmıştı. 1893’te arazisinin güneyinde başka bir arazi daha aldı. Bahçesinden ayrılan bu alanı, içinden geçen dereyi kullanarak bir nilüfer havuzuna dönüştürdü. Sonraları, bahçesine bakan bahçıvanların yanı sıra, yalnızca buradaki gölcüğe ve nilüferlere bakan bir bahçıvan daha tutacaktı. 1895’te, Japon ahşap baskılarından esinlenerek kemerli bir köprü yaptırdı. Mor salkımlarla donattığı bu köprü birçok resmine konu olmuştu. Yıllarca parça parça satın alarak genişlettiği topraklarında, Giverny’deki bahçeyi yaratmıştı. Nilüfer havuzunun içinde yetişen su bitkileri; yosunlar, kıyılarındaki süsenler, sazlar, salkımsöğüt ve nilüferleriyle çok sayıda bahçe resmi yaratmasında ressama ilham kaynağı oldu. Monet yaşamının son otuz yılını nilüferleri resmetmeye adamıştı. Nilüfer havuzunun günün tüm saatlerinde sayısız resmini yapmış, gün ışığının nilüferler ve su üzerinde değişen etkisini yakalamaya çalışmıştı.
Monet geniş açılı manzara düzenlemelerinden, önce gölcüğü ve Japon köprüsünü, sonra da su yüzeyini yakından görüntülemeye geçti. Monet’nin su resimleri ufuk çizgisinden arındırılmış manzaralardı. Geriye sadece kırlar, ağaçlar, bulutların ve bitkilerin yansımalarını taşıyan su yüzeyi kalmıştı. Gökyüzü artık yalnızca bir yansımaydı ve artık tablolarının üst bölümünün tersine resmin alt yarısında yer alıyordu. Daha karanlık ve görsel olarak daha ağır olan kıyı şeridi de resmin üst yarısını oluşturmaktaydı. Böylece Monet, geleneksel görsel ağırlıkları basitçe tersine çevirmişti. Yansımalardan oluşan su dünyasının resmedildiği manzaralarındaki bu gelişme, Monet’nin 1914’ten ölümüne dek çalıştığı dev nilüfer resimlerinde doruğa ulaşmıştı. Binlerce canlı renk tonunu bir ışık mozaiği biçiminde resimlerinde birleştiriyordu. Yan yana, kat kat koyduğu renkleri, fırça dokunuşları ve vuruşlarıyla parçalayıp dağıtıyordu. Monet’nin fırçası yatay ya da dikey değildi, daha çok sarmaşık gibi dolanıyordu. Monet’nin Nilüfer resimlerindeki tekniği, renklerde doğaya bağlı betimleme yaklaşımından uzaklaşması ve çok büyük tablo ölçülerinin seçimiyle daha sonraki yılların sanatçılarını etkilemişti.
Monet genişliği sekiz metreyi bulan devasa tuvallerini Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Fransız devletine hediye olarak sunmayı seçmişti. Yaptığı sekiz nilüfer resmi 1927’de, Monet'nin ölümünden bir yıl sonra, Paris'in Tuileries bahçelerinde bulunan Orangerie Müzesi’nin iki oval salonuna yerleştirildi.Monet’nin ömrünün sonlarına doğru yaptığı bu büyük tuvaller modern sanatın gelişiminde önemli eserler olarak değerlendirilmeye devam etmektedir.
Yararlanılan Kaynaklar;
Heinrich, C., (2006). Monet, Birinci Basım, Taschen/Remzi Kitabevi, İstanbul.
Zeidler, B., (2005). Monet, Literatür Yayıncılık, İstanbul.
Spence, D., (2012). Büyük Ressamlar Monet, Üçüncü Basım, Koleksiyon Yayıncılık, İstanbul.
Dickins, R., (2013). Ünlü Resimler, İkinci Baskı, Sıfıraltı Yayıncılık, Ankara.